Forum
Forum - ABD ve Avrupa Krizleri
Burdasın: Forum => İktisat => ABD ve Avrupa Krizleri |
|
İktisat (şimdiye kadar 11 posta) |
Son 20 yılın Ekonomi Politikaları Işığında ABD ve Avrupa Krizleri; Dünya ekonomisi 2008 yılında yaşadığı derin finansal krizin etkilerini tam olarak atlatamadan, önce Avrupa’da İrlanda, Yunanistan, Portekiz gibi ülkelerin başını çektiği bankacılık krizi ardından da ABD’nin içerisine girdiği ve son olarak Standart & Poor’s un ABD’nin kredi notunu AAA dan AA+’ya düşürmesi sonucu piyasalarda paniğe yol açan ve bazı iktisatçıların ‘‘ikinci dip’’ mi dedikleri krizin ayak sesleri duyulmaya başlandı. Bu makalede Avrupa ve ABD yaşanan ve bütün dünyayı etkileyen son sürecin 20 yıllık gerisine gidilmiş adım adım bugünlere nasıl gelindiği anlatılmış ve gelişmekte olan ekonomilerin de 1990-2000’li yıllarda yaşadığı krizlerin yapıları hakkında kısa bilgiler verilmiştir. Son 20 Yılın Ekonomi Politikaları Işığında Avrupa ve ABD Krizleri Dünya ekonomisi 2008 yılında yaşadığı derin finansal krizin etkilerini tam olarak atlatamadan, önce Avrupa’da İrlanda, Yunanistan, Portekiz gibi ülkelerin başını çektiği bankacılık krizi ardından da ABD’nin içerisine girdiği ve son olarak Standart & Poor’s un ABD’nin kredi notunu AAA dan AA+’ya düşürmesi sonucu piyasalarda paniğe yol açan ve bazı iktisatçıların ‘‘ikinci dip’’ mi dedikleri krizin ayak sesleri duyulmaya başlandı. Bu makalede Avrupa ve ABD yaşanan ve bütün dünyayı etkileyen son sürecin 20 yıllık gerisine gidilmiş adım adım bugünlere nasıl gelindiği anlatılmış ve gelişmekte olan ekonomilerin de 1990-2000’li yıllarda yaşadığı krizlerin yapıları hakkında kısa bilgiler verilmiştir. Ekonomi tarihinin ilk büyük buhranı 1873 yılında Alman-Avusturya finansal krizi ile başlayıp dokuz ülkenin iflasına yol açan yaklaşık 15 sene süren ve ismine ‘‘Uzun Depresyon’’ ( Long Depression ) denilmiştir. 1929 – 36 yılları arasında yaşanan diğer bir finansal krizde ‘‘Büyük Buhran’’( Great Depression ) ismiyle bilinmektedir. Bu büyük kriz sonrasında 2. Dünya Savaşı başlamıştır. Daha sonra uzun bir dönem böylesine büyük kriz ve buhran görmeyen dünya ekonomisi ( 1992’de Avrupa Döviz Krizi Mekanizması Krizi, 1994-95’te Latin Amerika Krizi, 1997 Asya Krizi, 1998 Rusya krizi ve 2001 Arjantin krizi gerçekleşmiştir ) 2007 yılında başlayan ve 2 yıl süren adına ‘Büyük Daralma’’ ( Great Recession ) denilen etkilerinin hala devam ettiği bir süreci yaşamıştır. ( http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_BSB/BSB2011.pdf, s4) ABD’nin bugünkü durumunu anlamak için 1990 sonrasını iyi analiz etmemiz gerekmektedir. Finansal küreselleşmenin hızlanması ve özellikle 1990’lı yıllardan sonra uluslararası sermayenin dünya ölçeğinde serbestçe dolaşma imkanını bulması nedeniyle, dünyada ekonomik krizlerin arttığı gözlenmektedir. Dolayısıyla, uluslararası sermaye hareketlerinin artmasıyla ekonomik krizler arasında çok yakın bir korelasyon bulunmaktadır (Şimşek, 2004:64). Kambiyo sistemindeki serbestleşmeler gelişmekte olan ülkelerin ve uluslararası finansal piyasaların gelişmesine katkıda bulunurlar fakat gelişmekte olan ülkenin bağımsız para, döviz kuru ve faiz politikası takip edebilmesini zorlaştırmakta dolayısıyla ülkelerin kendine özgü kalkınma ve ekonomik politika izleyebilme yeteneğini sınırlandırmaktadır. ( Yeldan, 2002 ) Sermaye hareketleri, küreselleşme tartışmalarında merkezi bir rol oynamaktadır. Günümüzde özel ve tüzel kuruluşların ellerinde çok büyük miktarlarda fonlar bulunmaktadır. Bu fonlara sahip olan spekülatörler olarak ifade ettiğimiz kişi ve kurumlar, kısa vadeli sermaye hareketlerin bu tür oynaklarından yararlanmaya çalışmaktadır ( Stiglitz, 2002:117). 1990’lı yıllar liberalizasyonun tüm dünyayı etkisi altına almaya başladığı yıllardı. ABD halkı tüketimi artırmış, Amerikan hükümeti de bunu teşvik etmek için 2001 yılında vergileri düşürmüştü. ABD halkının harcamaları daha da artmış tasarrufları minimuma inmişti. FED faizleri düşük tutuyordu. 2000'li yıllar boyunca petrol, tarım ürünleri ve diğer emtia fiyatlarında büyük bir yükseliş gözlendi. ( Çin ve Hindistan’ın talepleri bu artışı sağlamıştır ). 2008 yılında gıda fiyatları tarihin en yüksek düzeylerine ulaştı. Altın ve petrol gibi değerli maddeler de tarihinin en yüksek değerini kazanırken ABD dolarının değeri hemen hemen bütün diğer para birimleri karşısında önemli ölçüde düşmüştür. ( Bu tarihlerde ABD doları TL karşısında da düşük seyretmiştir, düşük kur karşısında değerli TL cari açığımızı artırmış ve bugünkü rekor cari açığımızın ana nedeni olmuştur ). Buna paralel olarak 2008 yılında ABD’de konut fiyatlarında büyük bir düşüş yaşandı. ABD'deki konut fiyatları 2000'li yıllar boyunca büyük bir yükselme göstermişti. Bu yükselmenin bir nedeni de mortgage sistemiydi. Sürekli olarak yükselen konut fiyatları piyasalarda aşırı derecede iyimser bir hava yaratmış, bankaların düşük gelirli ailelere konut almak için kolayca kredi sağlamalarına yol açmıştı. Hatta kamuoyunda ‘‘NINJA’’ olarak bilinen bu krediler ( No Income, No Job, No Asset ) o kadar yaygınlaşmıştır ki konut fiyatlarının çok hızlı artmasına yol açmıştır. ( Alantar, 2011:2 ) ABD’de bankalar konut kredileri için gereken parayı yatırım bankalarında ihraç ettikleri tahviller ile borçlanarak sağlıyorlardı. Ancak kredilerin geri dönüşümü zora girince yatırım bankaları ve ABD mortgage piyasası için sancılı günler başladı (http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/460082.asp). Avrupa’da da durum farklı değildi. 2007 yılında gelişmiş ülkelerden başlayan finansal kriz 2008 yılı ortalarına doğru gelişmekte olan ülkelere sıçramıştır. Birçok gelişmekte olan ülkenin finansal piyasalarında ciddi değer kayıpları olmuş, ülke paraları değer yitirmiş, ülke tahvilleri ve ticari bonolarda risk primleri artmış ve kısa vadeli sermaye çıkışları görüşmüştür. Düzenleme otoriteleri ve merkez bankaları hızlı kredi büyümesi ve aktif fiyatlarında oluşan balonun neden olduğu sistemik riskleri görememiş ya da gerekli önlemleri yeterli oranda ele alamamıştır. Uluslararası piyasalarda yaşanan gelişmeler karşısında finansal sisteme olan güvenin tekrar artırılması için ABD ve Avrupa’da merkez bankaları ve hükümetleri tarafından çok sayıda önlem alınmış ve trilyon dolarları bulan kurtarma paketleri açıklanmıştır (Erdönmez, 2009:85). Kısaca şunu söyleyebiliriz; Breton Woods sisteminin çökmesinden sonra finansal istikrarsızlığı önlemek, kur riskini ortadan kaldırmak gibi amaçlarla dizayn edilen finansal piyasalar ve bu piyasalar ait türev ürünler asıl amacı olan reel sektöre destek olmak amacından uzaklaşmış başlı başına apayrı bir sektör haline gelmiştir. Kısa vadeli sermaye hareketleri şeklinde gelişmekte olan ekonomilerin 1990’larda finansal istikrar yerine istikrarsızlığa girmesini sağlayan finans piyasalarındaki büyüme 2000’li yıllardan itibaren ABD ve Avrupa Ekonomilerini de derinden etkilemeye başlamıştır. İlginç olan bu tehlikenin Uluslararası Para Fonu ( IMF ), Dünya Bankası gibi kurum ve kuruluşlarca öngörülememiş ya da önemsenmemiş olmasıdır. A.Sarialioğlu Nisan 2011’deki İstanbul Ekonomi Kongresi’ndeki ‘‘Türev Ürünler İçin Acil İnce Ayar’’ isimli sunumunda türev ürünlerin finansal kriz üzerindeki etkilerini ikiye ayırmıştır. 1. Direk Etkenler 2. Endirek Etkenler. Direk Etkenler; Türev Ürünlerin her ne kadar pazarı regüle etmesi ve stabilize etmesi için özellikle gelişmekte olan ekonomilere şiddetle tavsiye edilmesine rağmen bunların pazarı destabilize ettiği ve kötü amaçlarla kullanıldığı için negatif sonuçları olduğu tespit edilmiştir. Özellikle dönem karını ileriye taşıyarak ( bir muhasebe oyunu olarak ) bilançoların şeffaflığına zarar vermiştir. Bu gibi nedenlerle firmaların riskini ölçmek bundan yola çıkarak da ülkelerin finansal risklerini doğru ölçmek giderek zorlaşmıştır. Yani ‘‘finansal şeffaflık’’ ( finacial transparency ) kavramı havada kalmıştır. Türev ürünlerin kısa vadeli kaldıraç etkisi fırsatını da dikkate aldığımızda güçlü bir spekülasyon ve manipülasyon aracı olarak kullanıldığını da göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Spekülasyona açık olan gelişmekte olan ekonomiler 1990 – 2000’lerde sabit kur sisteminde lokal para birimlerinin yoğun sermaye çıkışları ile alt üst olması sorunlarını yaşamışlardır, bunu da direk etkilere örnek verebiliriz. Endirek etkilere ise hızlandırıcı, derinleştirici etkiler de denmektedir. Gelişmekte olan ekonomilere akan sermaye girişleri ile artan borç balonu örnek verilebilir. Bunlar kriz başladıktan sonra devreye girer ve krizi daha da derinleştirir o yüzden tetikleyici faktör ( acceletaring factor ) olarak anılırlar. 1990’lı yıllarda gelişmekte olan ülkelerde sermaye birikimi sorunu olduğu için yüksek getiriler ( faiz ) sağlayarak gelişmiş ülkelerden kısa vadeli sermaye çekişini sağlamışlardır. Fakat bu gerekenden fazla gerçekleşmiş özel sektörün projelerini finanse etmiş, bankacılık sektörü yoluyla özel tüketimi artırmıştır. Borç balonu ( lending boom ) diye adlandırılan bu durum döviz kuru açısından açık pozisyona bunun yanında yerli para birimini değerlendirerek revalüe olmasına neden olmuş bu da cari açığın oluşmasına yol açmıştır. (Sarıoğlu, 2011) ( Hatırlanacağı üzere ülkemizde 2001 krizinde, IMF’nin Türkiye’de cari açık yüksek, ekonomi aşırı ısınmış söylemi, yoğun sermaye çıkışına neden olmuş ve krizi daha da derinleştirmiştir ) ABD’ye dönecek olursak, 2008 yılında global yatırım bankalarından New York merkezli "The Bear Stearns Companies, Inc." Mart 2008'de iflas etti. ABD hükümeti bu bankayı "JPMorgan Chase & Co."ya sattı. Ardından 15 Eylül 2008'de "Lehman Brothers Inc." 613 milyar dolar borçla iflas etti. ( ABD tarihinin en büyük iflası olarak nitelendirilmiştir ). Ardından sıkıntı yaşayan bankalardan biri olan ‘‘Merrill Lynch’’ 14 Eylül 2008 tarihinde Bank of America tarafından satın alındı. Ardından ‘‘AIG’’ gibi bir çok sigorta şirketleri ve diğer bankalar iflas etti. ABD ekonomisi krizi aşabilmek için Kongreden 700 milyar dolarlık paket geçirdi. Hedef bankaların iflastan kurtulması, ekonominin yeniden canlanmasıydı.(http://www.stratejikanaliz.com/ekonomi/2008_ekonomik_krizi.htm) ABD'deki kriz kısa zamanda Avrupa'ya da sıçradı. İlk etkisini İzlanda'da gösterdi.İzlanda Bireysel Gelişim Endeksine göre dünyanın en gelişmiş ülkesi iken kişisel gelir açısından dünyanın en verimli 4. ülkesi iken biranda çöküşe geçmiştir. İzlanda kronu son bir yıl içinde Euro karşısında % 40 değer kaybetmiş, enflasyon % 15 oranında gerçekleşmiştir. ( http://tr.wikipedia.org/wiki/2008_Ekonomik_Krizi) İngiltere'deki emlak piyasası da aynen ABD gibi büyük bir düşüşe geçti. Krizin etkisi Euro kullanan ülkelerden Yunanistan'da da ağırlıklı olarak hissedildi. Portekiz ve İspanya ekonomileri de krizden derin şekilde etkilenmiştir. Günümüze gelindiğinde Avrupa ülkelerinde Yunanistan, Portekiz, İtalya ekonomilerinin her an ciddi bir şok yaşatacak şekilde krize girmesi bekleniyor. 14 trilyon dolarlık borçlanma limitini ilk 6 ayda dolduran ve 1,4 trilyon dolarlık bütçe açığına sahip ABD’de Obama yönetimi kredisini doldurmak üzere. Burada akla gelen soru şu: Acaba Obama hükümeti daha fazla borçlanarak ve önerdiği yapısal tedbirleri uygularsa yani vergileri artırır, toplam talebi kısabilirse bütçe açığı hedeflenen düzeye gelir mi? Bu tedbirlerle ABD Ekonomisi sağlam bir zemine oturur mu ? ABD’nin kredi notunun düşmesi ABD kağıtlarına olan güveni sarstı. ABD’nin 14,3 trilyon dolarlık tahvil ve bonolarının yaklaşık 4,5 trilyon doları yabancılara ait. Kalan 9,8 trilyon doları Amerikalılara ait. 4,5 trilyon dolarlık ABD tahvilinin 1,1 trilyon doları Çin’de, 912 milyar doları Japonyada bulunmaktadır. Türkiye’de 39 milyar dolarlık ABD tahvili bulunmaktadır. ( Eğilmez, 2011 ). Yani bu rakamlardan anlaşılan ABD ekonomisinin yaşayacağı her şok bütün dünyaya artçı sarsıntılar yaşatacaktır. Acaba 2007 krizinin ve ikinci dip diye adlandırılan son krizin sorumlusu Çin mi ? Çin’in sürekli dış ticaret fazlası vermesi ABD ve Avrupa ülkelerinin içinde bulunduğu buhranın sebebi mi ? Bu teze dayanarak ABD Çin’e Yuan’ı dolara karşı değerlendirmesi şeklinde baskı yapabilecek mi ? Eğer bu ince ayar yapılmazsa, ABD kağıtlarına güven daha da azalırsa Çin’e de olası yansımaları olabileceği konusunda Çin ile ABD uzlaşabilecek mi ? ABD ve Çin bu konuları konuşurken kısa vadeli sermaye hareketleri ile ilgili diğer ülkeler bir adım atar mı ? G 20 ülkelerinden Çin ve Brezilya gibi ülkelerin sürekli dile getirdiği kısa vadeli sermaye hareketlerinin genel bir sorun olduğu gerçeği artık IMF tarafından da kabul edilmiş durumda. Bu kadar kontrolsüz ve denetimsiz kısa vadeli sermaye giriş ve çıkışları 1990-2000’li yıllarda gelişmekte olan ülkelerin ekonomisini darmadağın ederken şimdi ABD ve Avrupa ekonomilerini de sarsıyor. Avrupa İrlanda, Yunanistan, Portekiz gibi ülkelerde ki sarsılmaları çözebiliriz diye düşünürken bir anda devreye İtalya ve İspanya girince Avrupa’daki kriz daha ne kadar derinleşir, AB ve IMF çözümde ne kadar devreye girer, Almanya bunu ister mi şeklinde soruların ardı ardına gelmesi son derece normal. Örneğin İtalya için IMF’nin öngördüğü % 1,8 lik büyüme rakamı İtalya’yı resesyondan çıkarmaya yetmiyor, bu oranın üzerine çıkması lazım, olası bir krizde İtalya’yı kurtarmak için gereken yardımın yaklaşık 1 trilyon Euro olması Almanya’nın bu kadar düşünceli olmasının sebeplerinden biri olabilir. İtalya’nın sallanması demek Italyan tahvillerinin % 45 ini elinde tutan Fransa’nın etkilenmesi demek. ‘‘Yabancıların elinde bulundurduğu toplam İtalyan tahvil stoğunun % 45'i tek başına Fransız bankalarındaymış. Fransız bankacılık sektöründeki toplam Yunanistan, Portekiz, İrlanda ve İspanya riski 250 milyar euro iken sadece İtalya riski 320 milyar euro’’ (Başaran, 2011 ) Yukarıdaki saptamalar üzerinde düşündükten sonra sorduğumuz sorulara verilecek cevaplar bizim ileride karşılaşacağımız döviz kuru, faizler, cari açık, bankacılık sistemi nasıl şekillenecek sorularının cevabı olacaktır. Ancak görülen odur ki dünya ekonomisini hiç de kolay günler beklemiyor. 2007’de ‘‘Büyük Daralma’’ dediğimiz krize göre daha etkisi fazla olması muhtemel bir ‘‘İkinci Dip’’ yaşanacağı anlaşılmaktadır. Ve bütün bu olanlardan herkesinde anlayacağı, para politikalarının krizlerden çıkış için tek başına yeterli olmadığı, maliye politikalarının da uygulanması gerektiğidir. Yaşanan tecrübe kontrolsüz sermaye hareketlerinin, asıl amacı reel sektöre kaynak sağlamak olan fakat bu amaçtan uzaklaşan finans piyasalarının, sayısı bir hayli fazla olan finansal türev ürünlerinin ve sınırsız borçlanarak oluşan suni büyüme modellerinin tekrar gözden geçirileceği daha kontrollü disiplinli para politikaları ile maliye politikalarının eş zamanlı yürütüleceği günlerin bizi beklediğidir. Kaynaklar. 1- ŞİMŞEK, Ayça., 2004, “Finansal Küreselleşmenin Ekonomik Krizler Üzerindeki Etkileri ve Örnek Kriz Ekonomileri”, Finans-Politik&Ekonomik Yorumlar Dergisi, ss.63-73. 2- YELDAN, Erinç ‘‘ Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin Kalkınma Söylemi Üzerine Değerlendirmeler. Erişim tarihi 07.07.2004 http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/Praksis-2002.pdf 3- STIGLITZ, E.Joshep., 2002. Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Çev.: A. Taşçıoğlu, D. Vural, Plan B Yayınları, İstanbul. 298 s. 4- ALANTAR, Doğan ‘‘ Küresel Finansal Kriz: Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme’’ http://www.finanskulup.org.tr/assets/maliyefinans/81/Dogan_Alantar_Kuresel_Finansal_Kriz_Nedenleri_Sonuclari_MFY81.pdf (9 Nisan 2011) s.2 5- ERDÖNMEZ, Ataman Pelin (2009), “Küresel Kriz ve Ülkeler Tarafından Alınan Önlemler Kronolojisi”, Bankacılar Dergisi, Sayı 68, ss. 85. 6- SARIALİOĞLU, Ayça ‘‘ Neo-Liberalism and Its Crises or the Crises of the Economics Science shaped by Neo-Liberalism: An Urgent Need for ‘‘ Fine Tune’’ of Financial Derivative Instruments ( April 2011 ) 7- EĞİLMEZ Mağfi, ‘‘ Maddi Hata ya da Yönetim Zaafiyeti’’, Radikal Gazetesi, 11.08.2011 8- BAŞARAN,Cüneyt, ‘ ‘Kriz İtalya’da Ateşi Fransayı Yakıyor’’, http://www.bloomberght.com, 13.07.2011 Yazar: Şahap Güven Ekonomist |
Cevapla:
Bütün konular: 166
Bütün postalar: 167
Bütün kullanıcılar: 15